ÜCRET GERÇEK DEĞERİNDEN GÖSTERİLMEZSE NE OLUR ?

Çalışma hayatımızda sorun yaratan önemli konulardan biri de işçinin ücretinin gerçek tutarı üzerinden gösterilmemesidir. İşverenlerimizin ücretler üzerindeki yüksek işveren payı ve fonları gerekçe göstererek başvurdukları bu uygulama ülkemizde son derece yaygındır.

Konuyla ilişkin Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) “Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik” başlıklı raporunun bir bölümünde aşağıdaki bilgi ve görüşler aktarılmaktadır ;

 

“ Yine de dolaylı verileri kullanarak bir tahminde bulunabiliriz. 2003 yılında özel kesimde SSK’ya kayıtlı ücretli sayısı yaklaşık 5 milyon 400 bindi. Bu toplamda 3 milyon 175 bin kişi, toplamın yüzde 58,7’si asgari ücretten (15.267.196 TL) beyan edilmişti. Bu olağanüstü yüksek oranın çok sayıda eksik beyanı gizlediği açıktır. İdari (cezai) önlemlerin öncelikle bu tür uygulamalara mensup firmalara yönelmesi istihdam açısından tercih edilmelidir. Yine de yüksek işgücü maliyetlerinin eksik beyan uygulamalarını teşvik ettiği unutulmamalıdır. İşgücü maliyetlerinde yapılacak dikkate değer bir indirimin kısmen kayıt dışılığı daraltarak, eksik beyanı da büyük ölçüde gerileterek vergi ve sosyal güvenlik kuruluşlarının gelir kayıplarını önemli ölçüde telafi etmesi olanaklıdır. İşgücü maliyetlerinde yapılacak indirimlerin istihdamı artırıcı etkisi de dikkate alındığında, kamuda gelir kaybı endişesinin yersiz olduğu iddia edilebilir. “

 

Evet ,

 

Sosyal sigortalar kurumumuzun içinde bulunduğu bugünkü koşullara baktığımızda istihdamda kayıt dışılığın ve/veya kısmi kayıt dışılığın bu olumsuz koşullarda önemli rolü olduğunu biliyoruz. Ayrıca Devletin bu kayıt dışılıklardan dolayı uğradığı vergi kayıpları da şüphesiz ki küçümsenemeyecek boyutlardadır.

 

İşin ilginç yanı ülkemizdeki kayıt dışı ve hatta istihdam eksikliği sorununa en önemli neden olarak gösterilen  ücret üzerindeki vergi ve fon yükleri konusunda tüm kesimlerin (Devlet-İşçi-işveren ) ortak görüş birliği varken bu soruna çözüm getirilmesi konusunda yıllardan beri atılmış ciddi bir adım yoktur.

 

Biz sorunun bu boyutunu kısaca ortaya koyduktan sonra dilerseniz konunun iş yaşamımıza yansımalarına bakalım.

 

Öncelikle bilindiği gibi kayıt dışı istihdamın iki boyutu var. Birincisi tamamen kayıt dışı istihdam. Yani işçiyi SSK’ya hiç bildirmeden çalıştırmak. İkincisi ise kısmi kayıt dışı dediğimiz işçiyi ay içinde eksik çalışmış gibi göstermek ya da ücretini gerçek değeri üzerinden göstermemek. Uygulamada genellikle bu eğilim yaygındır ve işçinin ücreti resmi kayıtlarda gerçek ücreti üzerinden değil asgari ücret üzerinden beyan edilir.

 

Biz bu yazımızda tamamen kayıt dışılığın değil de yazımızın başlığından da anlaşılacağı kısmi kayıt dışılık üzerinde duracağız.

 

Konuyu öncelikle işçinin bu uygulamadan dolayı uğrayacağı kayıplar yönünden ele alalım.

 

SSK ve İşsizlik sigortası yönünden kayıplar

 

İşçi bordroda düşük ücretten gösterildiğinde her şeyden önce bu emeklik dönemi geldiğinde alacağı emekli maaşına olumsuz yansıyacaktır. Bilindiği üzere son uygulamada artık SSK emekli maaşı saptarken genel ortalamayı (tüm çalışma süresi) esas almaktadır.

 

Ayrıca İşçinin SSK’dan hastalık ve raporlu olunan dönem süresince alacağı geçici iş göremezlik ödeneği ve işsiz kaldığında (hak kazanırsa) T. İş kurumu’ndan alacağı işsizlik sigortasından alacağı işsizlik sigortası da bordroda beyan edilen ücret üzerinden yapılmaktadır. Dolayısıyla ücreti düşük gösterilen işçinin tüm bu ödemeleri bu düşük ücretten yapılacağından ortaya ciddi bir kayıp çıkmaktadır.

 

Keza işçinin çalışma gün sayısının eksik beyan edilmesi de benzer kayıplara yol açacaktır. Her şeyden önce emeklilik ve SSK prim gününe bağlı olarak kazanılan bazı haklar bakımından işçi önemli  kayıplara uğrayacaktır bunlardan en önemlilerini ve gerekli olan prim ödeme gün sayılarını sayacak olursak;

  • Viziteye çıkmak, 90 gün
  • Geçici iş göremezlik ödeneğine haz kazanmak 120 gün,
  • Eş, çocuk anne ve babaya sağlık karnesi ve 6 aylık vizite kağıdı çıkartmak 120 gün,
  • Malülen emekliliğe hak kazanmak, (1800 gün veya en az 5 yıldan beri sigortalı olup,sigortalılık süresinin her yılı için ortalama olarak 180 gün malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmak)
  • Geride kalanların dul yetim aylığından yararlanması için (1800 gün veya en az 5 yıldan beri sigortalı olup, sigortalılık süresinin her yılı için ortalama olarak 180 gün malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmak )
  • İsteğe bağlı sigortalı olmak 1080 gün prim ödemiş olmak.
  • Emeklilik 5000 ila 5975 gün arasında değişmektedir.

İşsizlik sigortasına hak kazanabilmek yönünden

 

Hizmet akitlerinin sona ermesinden önceki son üç yıl içinde en az 600 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş ve işten ayrılmadan önceki son 120 gün içinde prim ödeyerek sürekli çalışmış olmaları kaydıyla işsizlik ödeneği almaya hak kazanılır.

 

Kıdem ve ihbar tazminatı yönünden

 

İşçi bakımından önem arz eden bir konuda iş sözleşmesinin sona eriş biçimine bağlı olarak kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanılmasıdır. Bu durumda gerek eksik gün gösterilmesi ve gerekse ücretin düşük gösterilmesi ayrı ayrı sorunlara neden olacaktır. Eksik gün gösterildiğinde işçinin kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanabilmesi bakımından gerekli olan süreye ulaşması güçleşebileceği gibi tazminata esas ücreti de etkilenecektir.

 

Diğer taraftan ücret düşük gösterilirse yine kıdem ve ihbar tazminatı brüt ücret ve eklentileri baz alınarak hesaplandığından ortaya önemli kayıplar çıkacaktır. Bu arada halen tasarı aşamasında olan KIDEM TAZMİNATI FONU yasalaştığında işçi kıdem tazminatını ancak emekli olduğunda alabileceğinden eksik gün beyanında emeklilik süresine erişmesi güçleşecek ve ortalama kazancı düşük olacaktır. Düşük ücretten gösterilmesi sonucunda da emeklilik sonucunda hak kazanacağı kıdem tazminatı ve yine emekli maaşı olumsuz yönde etkilenecektir.

 

Evet görülebileceği gibi bu konunun yaratacağı olumsuzluklar saymakla bitmiyor. Peki ama işçi acaba bu durum karşısında ne yapabilir? Hemen belirtmeliyiz ki istihdamın bu denli sorun olduğu ülkemizde iş bulduğuna sevinen çalışanlarımız sigortalılık konusunu ne yazık ki yeterince önemsemiyor. Ülkemizde sigortalılık zorunlu bir kavram olmasına karşın işverenle işe giriş esnasında pazarlık yapıp “sigortaya ödeyeceğin parayı bana ver” diyen pek çok bilinçsiz çalışan olduğunu da biliyoruz.

 

Ancak tüm çalışanlarda bu tür tepki vermiyor tabi ki konuya itiraz eden ve bu nedenle iş sözleşmesini HAKLI nedene dayanarak sona erdiren ve hatta konuyu yargıya taşıyan çalışanlarımızda var.

 

Öncelikle konuya iş yasamız açısından baktığımızda  gerçektende 4857 sayılı yasamızın işçiye haklı nedenle derhal fesih hakkı tanıyan 24. maddesinin  e fıkrası[1] İşçinin bu nedenle işten derhal ayrılmasına ve birikmiş kıdem tazminatını da talep etmesine olanak sağlar.

 

Yüksek mahkeme benzer bir olayda verdiği bir kararında aşağıdaki gibi hüküm kurmuştur.

 

KARAR: Davacının yeni sezon başında verilen işi kabul etmemesi ve dolayısıyla çalışmak istememesinin sigorta primlerinin gerçek ücreti üzerinden ödenmemesi ve çok kısa süre prim ödemiş olması iddiasına dayandığı anlaşılmaktadır. Gerçekten davacının çalıştığı süreye ait sigorta primleri tamamen ödenmemiş veya gerçek ücretine göre noksan ödenmiş ise, davacı işi kabul etmemekte ve iş akdini feshetmekte haklı olur. Böyle olunca da ihbar tazminatı alamaz ise de, kıdem tazminatına hak kazanır. O halde bu husus üzerinde durulup gerekli araştırma ve inceleme yapılarak sonucuna göre bir karar vermek gerekirken yazılı şekilde kıdem tazminatının reddedilmiş olması doğru değildir. [2]

 

Görüleceği üzere yüksek yargıda konuyla ilgili işçinin lehinde karar vermiştir.

 

Bu konuda işverenlerin yapacağı itirazlar ve sunacakları belgelerinde çoğu kez geçerliliği kabul edilmemektedir. Yerleşmiş Yargıtay kararlarından bunu kolaylıkla anlayabiliyoruz. Mahkeme işçinin ücretinin sunulan belgelerden ziyade yaptığı işe ve işçinin pozisyonuna bağlı olarak değerlendirmekte ve gerekirse meslek odalarından  o mesleğin piyasa rayici olan ücretleri isteterek buna göre karar oluşturmaktadır.

 

İşverenin asgari ücret iddiasına ilişkin bir başka Yargıtay kararı aşağıdaki gibidir.

 

 Davacının Veteriner Hekim ve teknik müdür olarak davalı şirkette 07.06.1991 -18.09.1995 tarihleri arası çalıştığına dair taraflar arasında anlaşmazlık yoktur. Uyuşmazlık ücret miktarı üzerinde toplanmaktadır. Dosya içeriğindeki ücret bordroları imzasız olup delil özelliği yoktur. İşverenin Sosyal Sigortalar Kurumu’na verdiği prim tahakkuk cetveli  ise işverenin tek taraflı tuttuğu bir belgedir. Taraflar tarafından imza  altına alınmış bulunan teknik personel hizmet sözleşmesi 2 Temmuz 1993 tarihli olup fesihden çok öncesi bir tarihte düzenlenmiştir. Belediye Başkanlığı’nın 12.11.1996 tarihli yazısında ise fesih tarihinde 657 sayılı Yasaya tabi olarak çalışan Veterinerlerin aylık net ücreti 18.860.000. TL olarak belirtilmiştir. Mahkemece de dinlenen davacı tanıkları davacının 13 Milyon lira net ücret aldıklarını ifade etmişlerdir. Bu değer aynı zamanda davacının dava dilekçesinde bildirdiği miktardır. Dinlenen davalı tanıkları ise halen çalışan işçilerdir. Dört yılı aşkın veteriner hekim olup aynı zamanda teknik müdür olarak çalışan davacının asgari ücretle çalışması hayatın olağan akışına uygun değildir. Mahkemece dosya içerisinde bulunan 14.04.1997 tarihli ek raporda belirtilen  13 Milyon lira netin brütü üzerinden kıdem tazminatına  hükmetmek gerekirken aksi düşünce ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.[3]

 

Sonuç olarak taraflar bakımından özellikle de işçi ve Devlet bakımından önemli kayıplara yol açan bu uygulamanın yine Devlet tarafından alınacak istihdamı teşvik edici önlemlerle önüne geçilmelidir. Aksi halde konu kanayan yara olmaya devam edecektir.

 

[1] e) İşveren tarafından işçinin ücreti kanun hükümleri veya sözleşme şartlarına uygun olarak hesap edilmez veya ödenmezse,

[2] Y.9.H.D. E.8001-K.12296-20.11.1990

[3] E. 1997/13896 K. 1997/18035 T. 23.10.1997