Burnout Veya Farklı Yanma Biçimleri

Koyun beni hak aşkına yanayım!
Pir Sultan Abdal

Hepimiz farklı yanma biçimleri ve tarzları öğrenmişiz bu dünyada buna kanaat getirdim artık. Âşıklar eskiden Kerem gibi yanarlardı, “sana öyle hasretim ki bir çabam yok varam diye, yandım ama susuzluktan içmiyorum haram diye” dizelerinde olduğu gibi aşklarının enerjisini farklı bir yöne çevirme, anlamlandırma çabası içinde olurlardı.
Eskiden çalışanlar da benzer bir ruh hali ve kavrayış içindeydiler. Takdir ve tevekkül arasında çalışma halini hoşnutlukla karşılayan güçlü bir denge oluşmuştu yaşamda. Bir işgören olarak çalışır, elinden geleni yapar ve sonuçları için pek endişelenmezdin. Dedelerinize, babalarınıza sorun böyle söyleyeceklerdir. Eski zamanın patronu da olanı biteni anlar, “elle gelene düğün bayram diyerek” iş sonuçlarını, kar ve zarara ilişkin raporları daha bir huzurla karşılardı.

Bizi yasak meyveyi dişlemeye ve olmayacak duanın peşi sıra yatır yatır dolaşarak amin! Demeye iten bir şey oldu bu arada. Aramızdan bazılarının diğerlerine oranla ya daha az yandıklarını ya da sadece canları istediklerinde (yazları, tatil ve dinlence imparatorluklarının sınırları içerisinde) esmerleştiklerini fark ettik ani bir kavrayışla. Daha Fikret Kızılok’un “Yana Yana” albümü raflara dizilmemişti ama Türk çalışanı genetik materyalinden gelen doğal yatkınlığın da desteğiyle, eleştiriyi sineye çekmeye, gidebildiği yere kadar gitmeye ve siyah beyaz suretlerden renklenen, renklendikçe cazibesi artan televizyonun karekterlerine öykünmeye başlamıştı.

Öyle kahramanlardı ki onlar, ne zaman uyuyup ne zaman uyandıklarını, nasıl böylesi kurnaz ve acımasız olabildiklerini asla anlayamazdınız, ülke insanının nasibini fazlasıyla aldığı küresel değişiklikler, üç, beş yıl geriden gelmesine rağmen son moda olarak raflarda yer almayı başaran newage psikoloji öğretileri gibi desteklerle, iş yaşamının önemli mottoları arasında yer alması gereken “makul, mantıklı” gibi sıfatlar, sözcük dağarcığımızdan çıkmış yerlerine acımasız iş dünyası showları, “başarılı, yırtıcı, işbitirici” gibi tanımlamalar yerleşmişti.

Bir tarafımız çalışmaya adanmış bir yaşamı, diğer tarafımız ailemizle birlikte çay ve peynir tatlısı ile kutsanmış bir akşamı kovalarken pek de bilmediğimiz bir yanımız kimbilir neyi kovalayacak ve sonuçta bölünen kişiliklerimiz arasında uçuşan kıvılcımlar elbette bir yanımızı ve toplu bir değerlendirmeyle canımızı yakacaktı. Bu yanmaya daha sonraları ecnebi bir psikolog isim koyacak ve şöyle tanımlayacaktı olanı biteni: “Burnout!”

Yananı Allah görür demişti atalarımız ama bazı yanmaları da kulun teşhis etmesi gerekiyordu elbette. Sonra Nazım’ın dediği gibi “Ben yanmazsam, sen yanmazsan, o yanmazsa nasıl çıkardı karanlıklar aydınlığa? Bence fazilet uğruna yanılacak doğru işi ve insanları seçmeliydik öncelikle, durduk yerde kendimizi ateşe atmanın ibrahim’e faydası olmadığı gibi bizim dağlanmamızdan Nemrut’un da zerre canı yanmazdı.
Burnout; (tükenmişlik sendromu) çalışanın yaptığı iş ve uğraşısına kendini kaptırıp, fiziksel ve ruhsal beslenmeyi unuttuğu, kendini ihmal edip, dinlenmeyi rafa kaldırdığı zamanlarda ortaya çıkar genellikle.

Muhtemel tükenme nedenleri arasında; uzun süre yıkıcı, yüksek stres düzeyinde çalışmak, bazen işleri yetiştirememek, (bazen de işlerin zaten yetiştirilemez olması) bir trendy yaklaşım olarak, sürekli çoğalan, çoğaltılan roller, çığrından çıkan iletişim çabası, durmadan artan bilgi yükü, internet bağımlılığı ile her türlü iç ve dış çatışma sayılabilir.

Kendi kendine tanı koyma ve tedavi olma konusunda maharetli olan günümüz “google insanları” için kısaca aramanız gereken belirtilerden bahsedelim:

  1. İşlerin kontrolünüz dışında (genel olarak öyle olur ama burada farklı olan işlerin üzerinde izleyici rolünüz dışında bir etkiniz yokmuş gibi hissetmenizdir) çoğaldığını, istemediğiniz bazı evrakların dosyaların arasından fışkırdığını, yetiştirmeniz gereken problemli işlerin saklandıkları kuytu unutkanlık köşelerinden tatile çıkacağınız Cuma akşamları üstünüze çullandıklarını fark edersiniz.
  2. Ne yerseniz yiyin ağzınızın tadını, kösele ile saman arasında bir noktaya isabet eden bir lezzete ayarlı gibi hissedersiniz. İştah sizlere ömür, keyif ise meclisten tamamiyle ıraktır.
  3. İş sadece gelinip gidilen, anlamsız bir angarya gibi algılanır. Çalışma isteği azalır, hareketler otomatikleşir, gözler boş bakmaya başlar.
  4. Ani ve patlamalar şeklinde ortaya çıkabilen sinirlilik hali görülebilir, olmadık şeye asap bozmak, herkesten nem kapmak, televizyona, çevresindekilere, hatta kendi kendine kızmak ve paylamak gibi durumlara şahit olunabilir.
  5. İlerleyen dönemlerde anahtarını, arabasını koyduğu yeri, evinin yolunu vb. bile unutmaya varan haller, eline aldığı eşyayı kıran, el attığı işleri bitirilemez kılan sakarlık türü arazlar ortaya çıkar ki karşıdan izleyeni neşeye, başına gelen kişiyi ise eleme gark eder.
    Peki, bunların çoğu zaten ben de var şimdi ne yapacağız da zemzemle yıkanmış gibi olacağız diye soran sevgili okur için ilk söylenmesi gereken, belirtileri tedavi etmenin asıl sıkıntıyı çözmede pek bir faydasının olmayacağıdır. Yukarıda sıraladığımız konularda ilerleme sağlayacak önlemler düşünülebilir ama ateşin doğasının yakmak olması gibi, hırs, öfke ve kor ortalıkta durduğu sürece çalı çırpıyı uzağa itmek sadece yangını geciktirir ve belki zamanla daha büyük bir yangına sebebiyet verir.

Yanan insanları bazen (onlar kendi kendilerini göremedikleri için) dışarıdan birilerinin görmesi, konuyla ilgili olarak uyarması ve (bu kişi bir yöneticiyse daha da kolay olabilir) söndürmesi çok faydalı olacaktır.
Eğer kimdir bu yangına yakın olanlar? Derseniz modern zamanların gereği gibi algılanarak, başarılı insan etiketine mazhar olan, ateşin kenarında yaşayarak kendini ve bazen tüm işletmeyi de tüketme olasılığı olan insan manzaralarından bazıları:

  • Herkesin yardımına koşan adam,
    • Fedakar, “fazla mesai insanı”
    • Eve iş götürmediğinde rahatsız olan “fırtına anne”
    • 7 gün 24 saat online “iletişim insanı”
    • Her etkinlik ve koşturmacanın olmazsa olmazı “genç kişilik”
    • Hep mutlu ve memnun bir ifadeyle gülümseyen “işyeri motivatörü”
    • İşyerinin moda ikonu olan, kılık kıyafeti işleri üstadı
    •  Benim için fark etmez’i diline dolayan çevreyi memnun etme uzmanı
    • Devredemeyen, kaçamayan, saklanamayan, ortadan kaybolamayan dev
    • Yetkinliği yetkisine yetmediği için uykuları kaçan yönetici

Bunlar ve buraya yazamadığımız halde sizlerin yakinen hatta bazılarımızın yakından da öte tanıdığınız tüm kahramanlar tükenme ve yanma riski altında olduklarını bilmelidirler.
Tükenme sendromundan gerçekten muzdarip olduğunu anlamak ilk atılması gereken adımdır. Tükenme ve tükenmiş, bitkin olmayı sergileme bir marifet, bir maharet gibi sergilenmiyorsa (bazı işletmelerde bu tür tükenme belirtilerinin özveri olarak teşvik edildiği çok görülmüştür. Türk İbretlik İş Kazaları Ansiklopedisi’nde* sinir krizi ve iş başında uyuma maddelerine bakarsanız ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.) korunma ve kurtulma ümidi her zaman vardır.

Temel kural olarak: İç çatışmalarınızı azaltmalı, kısa ve orta vadede size fayda getirmeyen alışkanlıklarınızdan vaz geçmelisiniz. Üretken olmak, çok vakit harcamakla alakalı bir konu değildir. Çok çalışıp bir şey üretmemek deneyimli çalışanlarımızdan çocuğunun gayet iyi bildiği üzere mümkün olan alışkanlıklarımız arasındadır.

Hiç düşündünüz mü? Salonunuzdaki makamınızdan kalkıp, mutfağa giderek bir tabağa dolduracağınız antep fıstıklarını almanız yaklaşık üç dakika alıyorken ve hatta bunun için taşeron kullanmaktan kaçınmıyorken, beyninizdeki düşünceler kaç ışık yılı hızla yol alıyorda kısa yoldan, akıllıca, kolayca yapacağınız bir işi dallandırıp, budaklandırarak bütün bir sabahı kapsayacak şekilde uzatabiliyorsunuz.
İşyerinizde, evinizde içinize kapanmış, içiniz kararmış olarak bir şey yapmadan oturmayı kastetmiyorum yavaşlamakla. Oracıkta uyuşmuş bir şekilde oturduğunuz için yavaşladığınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Hayır, yavaşlamadınız sadece lavaşlamaktasınız ve fırından satın alıp eve getirdiğiniz lavaş miktarı ile beyninize giden eleştirel düşünceler arasında anlamlı bir korelasyon yaşanıncaya kadar da bu böyle devam edecek.
İnternetin başına geçip ulu bilge google’a “nasıl yavaşlayabilirim?” diye yazarak kurtulabileceğini sanan siz değerli okuyucularımız için daha az tükenme konusundaki tavsiyelerimizi şu şekilde özetleyelim:

• Aradabir (Ayda bir örneğin) birkaç günlük bilgi ve iletişim diyeti uygulayabilirsiniz kendinize. Sabahları kalkıp bir bardak ılık suya elma veya alıç sirkesinden 25-30 damla damlatıp içmek nasıl vücudunuzdaki arınmaya katkı sağlarsa, televizyonunuzu, telefonunuzu kapatacağınız, gazeteleri görmezden geleceğiniz iki gün de ruhunuz için benzer bir işlev görecektir.
• Konunun özüne yönelik ilk alınması gereken önlem hız gerektiren faaliyetlerinizi gözden geçirmek ve hızınızı bilinçli bir şekilde azaltmak olmalıdır. Aklınızın üreteceği baskıya direnerek; çalışma, yemek yeme, yürüme, araba kullanma, kur yapma, çalışma vb. hızlı icra ettiğiniz ne varsa onları daha yavaş ve daha doyumlu bir şekilde yapmanın bir yolunu bulmalısınız.
Televizyonun karşısına yerleştirdiğiniz çek-yattan kalkmayanlardansanız burada sözünü ettiğimiz size anlaşılamaz gelebilir. Dalmak gitmek, dizi izlerken kendini kaybettiği için vaktin nasıl akıp gittiğini fark etmemek türünden pasif bir farkında olmama hali değildir yapılması gereken. Kontrollü ve bilinçli bir şekilde sizi hızlandıran faktörlerin farkında olarak yavaşlamayı seçmenizdir.
• Zaman ve ilişkileri yönetme işinde sonuç bazlı değerlendirmeler yerine süreç bazlı bir performans anlayışını tercih edebilirsiniz. Yolu hızlı bitirmek kadar, bir daha aynı yolu asla bitiremeyeceğinizi hatırlayarak tadını çıkarmayı da hatırlamak işe yarayacaktır, çevredeki ağaçlara göz atsanız da atmasanız da onlar oradalar ama onlara bakmazsanız siz olmanız gereken yerde değilsiniz.
• Sizi olumsuz rekabete, boy ölçüşmeye iten nedenlerin ve insanların farkında olarak, faydasız hırsın ruhunuz için aydınlatıcı meşale değil, yakıcı alev makinesi olabileceğini idrak edebilirsiniz. Böylece, kendinizi işler ve ilişkiler bağlamında seyrelterek “Occam’ın usturası’nı” kullanarak “az aslında çoktur ve küçük de güzeldir” anlayışını benimseyebilirsiniz. Pir Sultan Abdal’ın yazının girişine astığımız sözleri o zaman gerçek anlamını bulur işte. “Yanacaksak eğer, doğru ateşin odunu, doğru yangının külü olalım bari öyle değil mi?”
• Reddetme sanatında bir miktar ustalaşarak, aslında hoşunuz gitmeyen ancak bir şekilde üzerinize yakıştığını düşündüğünüz rol ve sorumluluklardan kurtulmayı seçebilirsiniz. Bu iş dünyası kahramanlarının bazılarının yatak odaları, uykusu kaçmış, mutsuz ve hüzünlü iş dünyası gazileri tarafından her akşam işgal edilmektedir.
• Daha önce yazdığımız “Pareto Yasası” isimli makaleyi okuyabilirsiniz ve sonra Pareto, Parkinson Yasalarının hayatınıza ne tür kolaylıklar getireceği konusunda çalışabilirsiniz.
• Gerekli olduğuna ilişkin sinyaller almaya başladığınızda profesyonel destek (psikolog, psikiyatrist vb.) almayı, bedeninizi ve zihninizi dinleyerek gereksinimi olan maddi manevi unsurları (yiyecekler, ilişkiler, sohbet, seyahat vb.) ona sağlamayı deneyebilirsiniz.
Yanmak aynen çalışmak gibi bir yaşam gerçeğidir ve Nietzsche’nin işaret ettiği şekilde “arkamızda külden başka bir şey bırakmamak” da mükemmel bir tercih olabilir. İş dünyası bazen el ve yürek yakıcı bir yer olabilir bu doğru yine de kendi isteğiniz ve iradenizle, keyifle, tükenmeden çalışmanın ve iş üretmenin yolları her zaman vardır ve olacaktır.