İŞSİZLİK ÖDENEĞİNİN İŞVERENDEN KAYNAKLANAN NEDENLERLE BAĞLANMAMASI SEBEBİYLE İŞÇİNİN UĞRADIĞI ZARAR

Ülkemizde farklı amaçlarla oluşturulan fonların kaderinin hep aynı olduğu bir kez daha kanıtlanmış oldu. Akıbeti diğer fonlara benzemeyecek denilen İşsizlik sigortası fonuna da  hükümetçe el atıldı. Cumhurbaşkanının onayladığı yasa uyarınca İşsizlik Fonu’nun nema gelirlerinden dörtte üçü bütçeye gelir kaydedilecek. Bu gelirlerin başta GAP projesi olmak üzere çeşitli yatırımlarda kullanılacağı belirtiliyor.

Doğrusu geçmişte yaşadığımız fon örnekleri (Tasarrufu teşvik, Konut edindirme v.b.) sebebiyle İşsizlik sigortası fonuna da el atılacağı endişesini hep yaşıyorduk. Bu nedenle çıkartılan bu yasa bize çok da sürpriz bir gelişme olarak gelmedi.

 

Çalışanların işlerini kaybetmeleri koşulunda kendilerine işsizlik ödeneği ödenmesi ve işsizlikle mücadele konusundaki projelere yönelik olarak 2000 yılının Haziran ayından  bu yana işçi ve işverenden bu fona kesinti yapılıyor. Ayrıca devlet de fona katkıda bulunuyor. Fonda şu ana kadar 42.1 Milyar TL‘ lık birikim oluştu.

 

Sürekli eleştirilen konulardan biri de işsizlik ödeneğinden yararlanma konusundaki katı koşullar ve ödenek tutarlarının düşüklüğü. Bu olumsuz koşullar fondaki birikim tutarının artmasına neden oluyor.

 

İşsizlik sigortasına ilişkin bu güncel gelişmelerin ardından dilerseniz şimdi bu yazımızda değineceğimiz konuya geçelim.

 

İş Kanununa tabi bir işyerinde çalışan işçiye, işsizlik ödeneğine hak kazanacak biçimde (yani işini kendi kusuru dışında bir nedenle) kaybetmesi koşulunda, prim ödemeye ilişkin diğer şartları da yerine getirmiş olması şartıyla Türkiye İş Kurumu’nca  işsizlik ödeneği ödenmektedir.

 

Ancak işçinin bu ödenekten yararlanabilmesi  için işverence kuruma bir bildirim yapılması gerekmektedir. Bu bildirim İşsizlik ödemelerinin başladığı Mart  2002 den beri yürürlükte olan İşten Ayrılma Bildirgesi (İAB ) ile yapılmaktaydı. 1 Ağustos 2009 itibarı ile  İAB düzenlenmesi de kaldırılarak, SGK’ a yapılacak işten çıkış bildiriminin bu kuruma da bildirim yapılması konusunda yeterli olacağı uygulamasına geçilmiştir.

 

Uygulamada işverenlerin çeşitli nedenlerle işçinin işsizlik ödeneğine hak kazanacak biçimde işten ayrılmasına karşın kurumdan ödeneği alması için gerekli olan bildirimi yapmadığı bilinmektedir. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyen işverenlere idari para cezası uygulanmaktadır. İAB uygulamasının kaldırılması ile birlikte şimdi de SGK’ ya yapılması gereken bildirimin yapılmaması koşulunda da  her bildirilmeyen sigortalı için asgari ücret tutarında idari para cezası uygulanmaktadır.

 

Bu yaptırımlar belirli ölçüde caydırıcılık sağlamakla birlikte esas sorun işçinin bu bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi ya da geç getirilmesi sebebiyle uğrayacağı zararın tazmini sorunudur. Yani işten çıkışı bildirilmeyen işçi alamadığı işsizlik ödeneğinden kimi sorumlu tutacaktır.

 

Bu konuya geçmeden önce değinmemiz gereken önemli bir husus da işten çıkışı bildirilmeyen işçinin yapması gerekenin ne olduğudur. Böyle bir durumda işçi bir dilekçe ve resmi kimliği ile Türkiye İş Kurumu’na başvuruda bulunmalıdır. Kurum bu başvuruyu 3 no’ lu tebliğin 5/2 maddesi çerçevesinde kabul etmek durumundadır.

 

Uygulamada bu konudan bilgisi olmayan pek çok işsizin başvuruda bulunmayarak hak kaybına uğradıkları bilinmektedir.

 

Şimdi esas konumuza dönelim ve işsizlik sigortasından yararlanma konusunda zarara uğrayan işçinin hukuksal açıdan kime husumet yürütebileceği konusunu inceleyelim. Bu konuda her zaman olduğu gibi içtihattan yararlanacağız ve konuya bir yüksek mahkeme kararı ışığında bakacağız.[1]

 

Örnek olayımızda iş sözleşmesi işveren tarafından sona erdirilen işçi için Türkiye İş Kurumu’na doğru bildirimde bulunmadığı ve bu nedenle de işçinin işsizlik ödeneğinden yararlanamadığı gerekçesiyle işveren aleyhinde dava açılmıştır. Yerel mahkeme davaya Türkiye İş Kurumu’nu da dahil ederek  yargılama sonucuna gitmiştir. Verilen kararda İşsizlik ödeneğinin dahili davalı Türkiye İş Kurumu’ndan tahsiline, faiz masraflar ve avukatlık ücretinin ise davalı işverene yükletilmesine karar verilmiştir.

 

Ancak davanın temyiz edilmesi sonucunda Yüksek mahkemece verilen karar konumuza da açıklık kazandıracak niteliktedir.

 

Öncelikle Yüksek Mahkeme Hukuk Usulü muhakemeleri Kanununda dahili dava kurumu öngörülmediğinden ek dava açılmaksızın Türkiye İş Kurumu’na dahili dava yoluyla husumet yürütülmesinin isabetli olmadığı görüşünü bildirmiştir. Ve devamında “işçinin öncelikle işsizlik sigortasını ödeme yükümlülüğünde olan Türkiye İş Kurumu’na başvuruda bulunmalı, kurumca yapılacak ödemenin ardından gecikmeden kaynaklanan zararları için işverene dava açması gerekir” şeklinde karar vermiştir.

 

Görüldüğü gibi işverenin doğru bildirimde bulunmama veya geç bildirimde bulunma gibi davranışlarla işçinin işsizlik sigortasından yararlanmasına ya da eksik yararlanmasına sebep olursa  işçi işverene karşı dava açabilir. Dahili dava yoluyla Türkiye İş Kurumu’na da dava açılabilmesi mümkün değildir.

 

Ancak kurumdan kaynaklanan bir nedenle işçi hak ettiği işsizlik ödeneğinden yararlanamazsa burada uğradığı hak kaybının tazmini nedeni ile Kuruma karşı dava açma hakkına da elbette ki sahiptir.