Ustanın İşleri

Gerçek ustanın kim olduğunu bilen birilerinin olduğunu sanmıyorum. Ustanın nerede oturduğunu bilene de rastlamadım şimdiye kadar. Farklı gerekçelerle, farklı isimler söyleyenler oldu evet. Ben kendi adıma irkilten bir şaşkınlık eşliğinde, hiç beklenmeyen suretlerin arkasında gördüm ustanın yüzünü. Aradığımda bulamayacağımı öğrendiğimden beridir de arar gibi yapmaları, uzun bir süre önce terk ettim.

Ustayla ne zaman karşılaştığımı düşündüysem ummadığım zamanlarda oldu ve ummadığım kişiler çıkageldiler genellikle.

Bir arkadaşımın kafesinde oturuyordum, üniversite öğrencisiydim o zamanlar ve kız arkadaşım başımda dumandı tahmin edeceğiniz üzere. Sıkıntılı, bezgin, kırılgandım. Duvarda gelen geçenin not bıraktığı bir ilan panosu vardı, şu “iki odalı evini paylaşacak arkadaş” arayanların kullandığı cinsten. Başımı çevirip baktım, ustanın işareti oradaydı. “Oldururlar kızılcıkları, sen takma kafanı” yazmıştı. Satriani yazıyordu altında da.

Dinlerim ve severim Satriani’yi ama orada ve bu ifade ile ne ilgisi vardı ki bu adamın. Satriani takma adını kullanan bu üniversite öğrencisi ne yazdığını, ustanın ağzından ne söylediğini anlamış mıydı acaba? Tüylerim diken diken oldu birden. Buda’nın “Sen sakince oturmaya devam et, nasıl olsa bahar gelir çiçekler de büyür” sözünü anımsadım. Yapabileceğim birşey olmadığına ilişkin kanıtı bir şey yapmamaya uğraşarak beklediğim masada, beni başka bir yöne götürecek insanlarla tanışarak aldım.

Ustanın bıraktığı işaretleri algılama konusunda daha dikkatli davranmaya çalıştım sonraları, ancak bunun pek bir faydası da olmuyordu aslında. Tam tersine dalgınlığın tatlı sisi zihnin üstünü örttüğünde ortaya çıkıyorlardı sıkça. Rumelihisarı’nda yağmurlu bir akşamüstü televizyon izlerken ziyaret etti usta, sesizce ve yavaşça geldi. Keyifli bir uyuklama içerisindeydim. Şimdi gibi anımsıyorum. Bundan daha keyifli bir an olamaz demekteydim ki filmde japon polisi oynayan kahraman, yakuza ile ölümcül bir kavgaya tutuşacakları eve girmeden önce, Amerikalı dedektife dönüp şöyle dedi “-Su her dakika değişir ama nehir o hep aynı” yavaş yavaş algıladım duyduklarımı, zihnimde yavaş yavaş yükseldi sözcükler. Bu sözlerin bir zen koanına (zen bilmecesi) ait olduğunu sonradan öğrenecektim. “Kediler için zen” isimli kitapta da şöyle yorumlanmıştı bu gene doğumu ifade eden cümle “mama aynı ama kaplar farklı”

Usta; kamyon şoförü, fırıncı, asker birçok yüz ve suratla çıktı karşıma farklı seferlerde. Bazen de orada olduğuna veya oradan geçtiğine ilişkin bir işaret bir iz bırakarak onurlandırdı beni. Yazdığı kitaplarla karşılaştım. Yok canım! Dedirtecek notlara rastladım gazete ve dergilerde. Az satan, tezgâha düşmüş, sahaf raflarında arayanı soranı kalmamış yayınlarda gizleniyorlardı genellikle; “On Tatlı Serseri”yi, Robert Fulghum’u, böylece tanıdım ve sevdim.

İş dünyasında da toplantıların kalabalığına karışmış kulağıma fısıldarken karşılaştım kendisiyle, “-Bu da geçer yahu!” da dedi örneğin, “-her ne arar isen kendinde ara!” da dedi. Eğitim salonlarında katılımcıların arasına saklanmış gördüğümde oldu onu. Birbirimize alabildiğine eğlenceli hikâyeler anlattık. Hikâyelerin bunca öğretici ve işe yarar olduğunu bu vesileyle öğrendim.

Stratejinin esamisi bile okunmadı aramızda bugüne kadar. Ben ona sorusuz bir yanıt gibi yaklaştım, o beni yanıtsız bir soru gibi dinledi.

Ustayla görüşmelerimizin bazılarında onun neden orada olduğuna ilişkin bir fikrinin olmadığı izlenimine kapıldım açıkçası. Bu şaşırtıcıydı. Tam anlamıyla bir davet ve davete icabet etmek şeklinde değildi demek ki olan biten. Gelmiş ama neden geldiğini sizden öğrenecekmiş gibi bir ruh hali içerisindeydi. Kısa bir arayışın sonucunda işaretlerden birinin kendini görünür kılmasıydı daha çok olan. Zaten ordaydılar da, gizlenmişlerdi biraz.

İnsanların binlerce yıllık öyküsünde her başı sıkıştığında aklına düşen “gel ve beni kurtar!” şeklinden imdat çağrılarına kulaklarının tıkalı olduğunu sanıyorum ustanın.  Her neredeyse oradan kalkıp gelmeye ve olaylara müdahaleye ikna eden şeyin ne olduğunu hala araştırıyorum. Kolları sıvamasına ne tür bir canavar düdüğünün sebep olduğunu bilsem ara sıra bağırırım medet! diye ama sanıyorum ki herkes için çok farklı tonları ve frekansları olan naif, belki farkında bile olmadan yürekten kaçan bir ah! sesi ile daha çok ilgileniyor.

Ustanın son günlerde sıkça, küçük kızım aracılığı ile konuştuğunu hissediyorum. Ne söylediğini anlamıyorum henüz, ancak bana bildiğim ve tembelliğim nedeniyle kullanmayıp unuttuğum bir dili anımsatıyor ve “mutlu bir çocukluk için asla geç değil” diyor çaktırmadan.

Bitirmeden önce ustanın bugünlerde buralarda olduğunu ve pek sevecen bir ifade ile dolaştığını söylemeliyim. Nereden bildiğime gelince bunun birkaç nedeni var; yazıyorum, siz oradasınız ve her yer çiçek kokularıyla dolup taşıyor.

 

Salih Turhanlar

sturhanlar@gmail.com

Not: Ustayı görenlerin, tanıyanların ve deneyimlerini paylaşmak isteyenlerin yukarıdaki mail adresine (insaniyet namına) yazmalarını rica ederim. Sizlerden gelen bilgileri usta ile ilgili kaleme alacağım gelecek yazılarımızın birinde paylaşabiliriz böylece.