Oynamak ve Kaybetmek Üzerine

Eğer kazanmadan haz alan insanlar varsa ki sürüsüne bereket var. Öbür köşede kaybetmekten keyif alan insanlar da olmalı değil mi ama? Yani siz bana, kız arkadaşınız hep sizin kazanmanızdan sıkılıp da tavlayı yarıda bırakmasın diye gönüllü olarak yenilmediğinizi mi söylüyorsunuz? Patronunuzla veya kayınpederinizle bir şeyler oynarken, açık ara önde olmanıza rağmen aman karşımdakinin gururu daha fazla incinmesin diye göz göre göre hatalı hamle yapmadınız mı şimdiye kadar?

Bazı insanlar, “Nasıl oynadığınızın önemi yoktur, önemli olan sonuçtur” derler. O kadar çok duydum ki bu ifadeyi, kazananın hemen yanında ama mutlaka yanı başında olması gereken kaybeden insan’a haksızlık yapıldığını düşünmeye başladım.

Bence, “Kazanmak önemli değildir, oynamak önemlidir.” Bence, yukarıda ve aşağıda yazanların hiç birinin önemi yoktur. Önemli olan sizin oyundan ne anladığınızdır. Kendi kendinize oynadığınız oyunlardan zevk alıp almadığınızdır.

Kaybedenlerin zamanla kendilerine has özel numaralar geliştirdiklerini fark ettim. Genellikle farkına varmadan oynuyorlar, yeterli süre geçince oyun gerçek, gerçek de oyun oluyor. At yarışlarına varını yoğunu kaptıran adamın öyküsünü anımsatayım size. Kahramanımız bir ata oynar ve at yarışı kazanamaz. Atın kendisine borçlandığını düşünerek daha sonraki tüm yarışlarda aynı ata oynamaya devam eder. Sonucu tahmin ediyorsunuz.

Bir örnekte kendimden vereyim. Bir zamanlar iş ararken şöyle bir yol izliyordum. İş ilanlarını bir süre ajandamın içinde bekletip, dinlendiriyor ve işletmeye yeterli bir süre sonra telefon, mail vb. ile ulaşıyordum. İşletmeden pozisyonun henüz doldurulmadığı yanıtını alırsam bu o işin kötü olduğu anlamına geliyordu, (muteber bir iş olsaydı bunca zamandır boş kalmazdı öyle değil mi?) Pozisyonun doldurulduğu yanıtını alırsam zaten başvuramıyordum. Eh! Ne yaparsınız kısmet işte.

İsteyerek kaybetmek farklı bir oyun yöntemidir aslında. Kaybetmenin verdiği hazdan hoşlandığı için, kazandığı zaman ne yapacağını bilmediği için, bazen de sadece oyuna devam etmek için kaybedebilir insan. Beckett’ın “Hep denedin, hep yenildin, bir daha dene, bir daha yenil, daha güzel yenil” diye dillendirdiği duyguya benzer farklı bir tat içeriyor bilerek kaybetmek.

İçinde zerre kadar diklenme, gurur ve “sıra bana da gelecek, ben yenilmiyorum aslında sadece sıramı bekliyorum” duygusu olmadan kaybetmeyi bilmek farklı bir yüreklilik gerektiriyor.

Bizler, kaybetme ifadesini sadece sevmediğimiz sonuçlar söz konusu olduğunda kullanma eğilimindeyiz. Bu nedenle kazanan insan, içinde bir yerlerde kaybedene karşı bir gizli acıma duygusunu da barındırıyor. Bazen bu acıma duygusunun etkisiyle bazı değişiklikler yapıp, oyun kurallarında pozitif ayrımcılık yaparak ruhunu rahatlatmak isteyebiliyor. Örneğin bir yönetici, beğendiği çalışanın, beğenmediği yetkinlik değerlendirme sonucunu değerlendirenleri arayarak pekâlâ değiştirtebiliyor. Üstelik bu sonuç başka çalışanların görüşleri ile şekillenmiş bile olsa.

Bir başkası, üzerinde uzun uzun çalışılmış, ciddi kriterlere bağlı olarak belirlenen maaş ve prim rakamlarını masanın üzerinde ayaküstü kalemle üstünü çizerek değiştiriveriyor. Oynuyor yani hepimiz gibi, adili, cömerdi ve affetmeyeni oynuyor. Bilmediğimiz diğer gizli karakterlerini de elbette.

Kazanmayı ön koşul ve son koşul olarak koyan ve başka bir sonucu kabul etmeyenleri, kazanmayı ve kaybetmeyi aynı bütünün parçaları olarak kabul edip oyunun tadını çıkartanlardan ayırt edebilmek çok da kolay olmuyor aslında. Bazıları belki kaybediyorlar ve kayıp ettiklerini bilmiyorlardır. Para kazanıp insan, zekâ transfer edip yaratıcılık, kalabalıklar içinde itibar kaybediyorlardır belki. Geldiklerini zannederken gidiyor, verdiklerini zannederken alıyorlardır.

Yukarıdakilerin tamamının tersi de doğrudur. Aşağıdakilerin yalnızca aşağıda olduğu için yanlış olması gibi.

Balıkların kraliçelerine sordukları soru geliyor aklıma “Oyun diye bir şeyden bahsedildiğini duyuyoruz sürekli, nedir oyun?” Kraliçenin çaresizce başını yana eğerek tebaasına baktığını, (nasıl olsa bir işe yaramayacak ama yine de bir kere daha deneyeyim” diye düşünerek) şöyle yanıt verdiğini duyar gibiyim. “Size oyunu ve oynama duygusunu nasıl anlatabilirim ki, siz yaşamınızı oynamak ve oynamayı oynamak üzere buradasınız, tüm yaşamınız oyun çünkü sizin.”

Oynayan insan olmadan yana şansımız yaver gidiyor aslında, güzeli de oynadığını bilmeden oynamak zaten. Oynamayı reddederek oynamak, hile yaparak (hilenin de oyunun kurallarından olduğu zamanları unutarak), oyunu bozarak oynamak, çanak çömleği patlatma pahasına ölümüne oynamak.

Şu yüzümüzde asılı kalmış ciddiyet maskesini sıyırıp yüzümüze yakından bir bakalım, orada karşılaştığımız ifade ortadaki ödülün genellikle oyunun kendisinden daha değerli olmadığını söylemektedir bize.

İşe alacağımız personelin, beraber çalıştığımız iş arkadaşlarımızın, çocuğumuzun hatta kendimizin doğal kaybedicilerden (Kaybetmeye alışmış insanları teşhis etmenin çok kolay olmadığını söylemeliyim) olduğunu nasıl anlayacağız diye sorarsanız önce gözlerine dikkatle bakın diyeceğim size. Bu insanların gözlerinde ürkek bir edaya rastlayacaksınız, kırıp dökmeden bakayım şu dünyaya diyen bir bakış.

Hafif umursamaz ama neşeli, çokça sessiz, mutlaka çelebi olduklarını göreceksiniz. Son sözü söyleme konusunda istekli olup olmadıkları, uyumlu olmaya verdikleri önem ve huzurlu bir işi her zaman maddi kıstasların önüne koymaları size bu gizemli oyuncuları bulmada yol gösterecektir.

Olası yanlış anlamaları düzeltmek adına bir saptama yapayım yazıyı bitirmeden önce. Doğal kaybedici olması veya kaybetmeyi seviyor olması bir kişinin hayatta her zaman ve her konuda kaybedeceği anlamına gelmemektedir. Kaybederken kazanmak veya kazanıyorken kaybetmek bu dünyanın olağan işlerindendir.

Bitiş düdüğünün ne zaman çalacağını kimsenin bilmediği bir oyunu oynuyoruz çünkü. Süre çalmaya dönük faaliyetlerin zerre kadar işe yaramadığı bir oyunu oynuyoruz. Siz oynuyor gibi yaparken oyun bitiyor, Bu oyunda genellikle “-Hakem elini cebine götürdü” ile başlayan ve yaşamınızı değiştiren bir uyarı ile devam eden bölümler yok. Uyanıyorsunuz ve anlıyorsunuz ki oyundasınız. Uyuyorsunuz ve unutuyorsunuz ki (veya hatırlıyorsunuz) oyundasınız.

Her yazıda olduğu gibi yazar bir öğüt sıkıştıracaksa bu yazıya o da şudur: Ne tür bir oyuncu olursanız olun ve hangi oyunu oynadığınıza inanırsanız inanın. Büyük oyuncu oyuna girdiğinde kendimize çeki düzen vermemiz gerektiğini bilmemiz gerekir.

Herman Hesse’nin Öldürmeyeceksin isimli kitabının arka kapak yazısını okuyun. İçinize sinmeyen ve başkasının mutsuzluğu üzerine inşa edilmiş kazanımlar sizi çok kazanmış yapmaz, olsa olsa çok kazanmış zanneden biri yapar. O da kazanmayı ve kaybetmeyi aynı yorumlayan siz okuyucular için hiçbir anlam ifade etmez değil mi?

Bir de başta sormam gerekirken sonda yanıtlamak zorunda kaldığım şu soruyu okuyuverin bari bitirip kalkmadan önce. Hangi oyunu oynadığınızı biliyor musunuz? İyi bir oyuncu oyunun nasıl sonuçlanacağı ile ilgilenmez o oynar sadece. Sonuç öyle veya böyle vaki olacaktır zaten. O oynar. Doğru oyunu oynar, doğru kulvarda yarışır, tam zamanında sahaya çıkar ve bazı babaların çocuklarına öğrettiği şu güzel sözü aklından çıkarmaz.

“Unutma, köpeklerin yarışını kazansan da bir köpeksin, olsa olsa kazanan bir köpek!”

Kendi oyununuzda kalın, sağlıcakla kalın ve mutlu kalın.

Salih Turhanlar

2007 İstanbul

sturhanlar@gmail.com

Not: Siz nasıl oynadığınıza ilişkin izlenimlerinizi benimle paylaşın ki ben de onları diğer oynayan insanlarla paylaşabileyim. Yalnız oynamamak için ve yanlış oynamamak adına…